Edebiyat, yazarların meydana getirdiği bir cumhuriyettir.
İnsanoğlu tarih boyunca kendisini ifade etme ve kendisinden geriye iz bırakma gayretiyle hayatını idameye çalışmıştır. Gerek taşlara, mağara duvarlarına, tahtalara, derilere, ağaçlara… Gerekse sahifelere yazılan her iz, her nakış, her satır hayallerin, özgürlüğün, başarma hazzının ve hakikat arayışının nişanesi olmuştur. Bu nedenle edebiyat ve toplum birbirini geliştirilen ve birbirinden etkileyen iki unsur olarak paralellik göstermiştir.
Edebiyata ve insana dair yazmak gayreti insanın hayata tutunma çabasının neticesidir; dertlerden, sıkıntılardan, günlük yaşamın hengâmesinden kurtulma yoluna çıkılan yolculuktur:
Delirememenin merhemidir aslında. Yazmasam çıldıracaktım, sözü gibi içten, Yazı acıyı hafifletir, haykırışı kadar hakikatli…
Okuma ve yazma eylemi çıkılan bu yolculukta hayatın hengâmesi adına verilen moladır, o molada serpilen izdir, izin her bir hatırasına doldurulan heybedir. Biliriz ki hayat asla geç kalmışlığı kabul etmez. Yazmak; geç kalmamış olmaktır aslında, yaşama dair olana. Her vakit deliliği ve çocukluğu nimet saymaktır.
Güneş gibi her gün tüm tazeliğiyle doğabilmektir, cehaletin karanlık mağaralarında yakılan meşaledir yazmak. Satırlara ve sadırlara nakşedilen her bir harf karanlığın perdesini yırtmaya uzanan nahif eldir. Yeni ufuklar görmeye kıvrılan avuçtur. Sırrı ifşaya kanayan göz, fısıldayan mimli dudaktır. Her daim cehd halinde olmamızı isteyen muzaffer komutandır.
Edebiyat, insan ilişkilerine anlam kazandırır ve gündelik işlerde davranışlarına zarafet katar. Yazındır yaralarımızın bağlanmış kabuğu, delirten yağmurdan kurtulmak için açtığımız şemsiye. Yazma eylemi, insanı insana yaklaştıran araçların en kıymetlisidir ve her şeyden evvel harikulade bir yaşam tarifesidir. Bir meseleyi önce iyice anlayıp sonrasında onu basitçe anlatma eylemselliğidir edebiyat ve bu yolda yâreni insan olandır. Bundandır ki edebiyat aynada görünmeyeni duvarda görebilme nezaketidir. O ediptir ki güvenli limana rotasını çeviren kaptandır. Tuttuğu yolun yalnızı olsa da yol ona selamete çıkma salahiyetini verecektir. Gayesi aslında, erken öğrendiği suskunluk dilinden başka, gönül diliyle sesini duyurmaktır. Okumak, acıyan yüreğe su taşımaktır, yazmaksa ona yeni esvap giydirme çabasıdır. Uçsuz bucaksız vadidir ki orada rüzgâr yeleli atlar sarhoşça kanat vurular sonsuzluğa.
Edebiyat, insan yüzüne çekilmiş örtüleri sıyırma telaşında olan eldir; gizliliğin ağını eşmeye gayret eden ve taze bahar gibi goncanın kabuğunu çatlatmaya fiske atan. Denize atılan taş gibi, dalga dalga oluşacak titreşimin fitilini yakar; yılanın en iyi kıvrılacağı yerin hissiyatı gibi kıvrılıp kalacağı yüreği arar ve bulur.
Geç kalmışlığı kabul etmeyen hayatın raksı içinde gönlü gönle rabıta kılan hüsnüniyettir. Ehli kalem bilir ki hikâyesi anlatılan insanlar her zaman var olur ve her şey gelecek nesillere bırakılacak hikâyelerde yer aldığı kadarıyla anlam kazanır. Gönül sıcaklığıyla edebiyat, insanın sığınağıdır, diyebiliriz. Nasıl ki akşam olunca çekilen hanesi/ sığınağı varsa (olmalıysa) insanın, ömür bitince de olacaktır/ olmalıdır/ emanet sahibine giderken…
‘’Dünyaya kapalı, Allah’a açık bir oda…’’ İşte, o odaya azık, ışık, umut götürme gayretidir bütün çaba. İkra emriyle başlatılan ve son nefese kadar devam edecek gayret, çıkılan yolculuktur. Yolculukta heybede birikenlerdir, o vakit çıra olup yanacak olan. Bundandır çoğu defa kitaplarda tanıdıklarımıza sokakta tanıdıklarımızdan sevimli gelir bize. Daha çok güvenir, daha içten sarılırız onlara aşiyan satırlar aralarına.
Yazmak, yaşamak denilen binanın şekillenmesine bir tuğla koyabilmektir, tıpkı Mallarmé’nin ‘’Dünya iyi bir kitap olmak için vardır.’’ sözü gibi. Huzurun kendisidir kitap, hazinenin tükenilmez olanı, okuyan iki göze onlarca kahramanın ferasetini, gücünü, bakışını, kudretini… bahşetmesi vesilesidir. Bundan dolayıdır ki yazarın gayesi kitabı dünya yapmayadır.
Bir değirmendir dünya, dişlilerin arasında öğütür her daim ve sıradayız, herkes ederi kadar orada un ufak olacaktır aslında. Tıpkı herkesin cehenneme kendi ateşini götürmesi kadar. Aslandan kaçarken sığındığımız kuyuda bizi bekleyen siyah ve beyaz iki kemirgen gibi…
“Her âdem bir âlem” demiş atalarımız. Âlemin keşfine çıkmanın önemli mihenk taşıdır yazın. Edebiyatın amacı yaşama ait olanı anlatmaktır, malzemesi insanın ta kendisidir. Ne zaman ve kimin tarafından yazıldığına bakılmaksızın elimize metin aldığımız zaman içinde elbette kendimizde parça görürüz.
Bu görme eylemsellerine karşın ki yazar, farkındalığın farkında olandır. Herkesle olup herkesleşmeyendir. Ruhu eğitendir, gönlü dinlendirendir. Düşünceyi duygu süzgecinde geçirme gayretini gösterendir. Binlerle aynı göğün altında sabahlamaya, aynı ufka göz yormayadır yazmak fakat yerle gök arasındaki boşlukta göğe daha yakın durmaktır. Bunlar olup biterken asla hayata, varlığa ölüme ve Allah’a bakış açısını hakiki olandan gayrısına çevirmemektir.
Yalnızlığa kaçıştır yazmak. Nida etmeye, niyazı dillendirmeye mağara arayışıdır. Yazmak, etrafımızdaki kesretten gönlümüzdeki vahdete sığınıştır. Edîp o yolcu ki vardan yok olmaya, bilinmek istenilen gizli hazineye ulaşmaya yola çıkan, ummanda katre olmaya can atan ağzı dualı derviş heybesidir.
Dünya iyi bir kitap olmak için vardır.
Mustafa IŞIK